Günümüzün
modern dünyasının bize empoze ettiği, en önemli bir haslet gibi sunduğu özgüven
kazanma, kendini şımartma, "sen buna değersin" telkinini aşılama sonucu
kabaran benliklerimizle doyumsuz, tatminsiz, beklentisi yüksek bireyler oluverdik.
İçinde bulunduğumuz ekonomik düzen de , bireyin mutluluğunu büyük oranda
tüketimiyle doğru orantılı olduğu savını
inandırmaya çalışıyor. Ne kadar tüketim o kadar mutluluk!
Tabii ki
ekonomik refah bireyin mutluluğunda yadsınamayacak öneme haizdir ama hayatta ki
her şey midir? Yapılan bir araştırmada Avrupa, Amerika ve Japonya'daki ekonomik
büyüme ile mutluluk arasında net bir ilişki gözlenmemiştir. Alman araştırmacı
Falk ise 2004 yılındaki araştırmasında bireyleri gelir düzeylerinin
yüksekliğinden ziyade, başkalarından daha yüksek gelir seviyesine sahip olma duygusunun
mutlu ettiği sonucuna varmıştır. Yani bencillik ön planda. Ben başkalarından
bir adım önde olayım, o da yeter.! Bhutan Kralı Wangchuck, 1972 yılında kişi
başına düşen gelirin dışında kişi başına düşen mutluluk kavramını ortaya atıyor
ve kendi ülkesi için gayri safi milli mutluluk ölçümü yapıyor. Başka bir
gazeteci Japonya'daki izlenimlerini aktarırken, insanların inançları olmadığı
için zengin olmalarına rağmen, büyük bir boşlukta oldukların yazıyordu.
Mutluluk,
gönül huzuru, sükunet sadece gelir yüksekliği ile elde edilecek kadar ucuz değil, bunun çok
farklı bileşenlerle var olduğunu düşünüyorum.
Olaylara bakış açısı, sağlam ve sarsılmaz inanç, güçlü aile bağları, eğitim,
anlaşılmak, hissedilmek, kanaat edebilmek....
Günümüz insanı
mutluluğun anahtarını yanlış kapılarda denediği için o kapılar çoğu zaman
açılmıyor. Lüks yaşam, refah seviyesini yükseltme yarışı insanlığı madden ve manen yorgun düşürüyor. İnsanın arzularını ve hayalleri bu dünyaya sığmıyor. O
zaman anlamlı ve kalıcı ufuklar
çizmeli...Ruhen de tatmin olacak hedefler
belirlemeli...diye düşünüyorum. Doğru mu ??
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder