28 Şubat 2013 Perşembe

OĞLUM VE BEN

                                                              
                                                          Herkese Günaydın,
 
 
            "Çocuğum dünyaya geldiğinde, yetişmem gereken uçaklar ve ödenecek faturalarla meşguldüm. Ben uzaklardayken yürümeyi de konuşmayı da öğrendi oğlum. Biraz büyüdüğünde, "Senin gibi olmak istiyorum baba" demeye başladı. İşyerine telefon açıp, "Baba eve ne zaman geleceksin?" diye sorardı ikide bir. "Ne zaman geleceğimi bilmiyorum oğlum. Ama geldiğimde güzel bir vakit geçireceğimizden emin olabilirsin." derdim hep. Yıllar öylece geçip gitti. Oğlum on yaşına geldi. Ona güzel bir top aldım. "Top için teşekkürler baba! Haydi oynayalım." dedi. "Bu hafta sonu tamamlamam gereken işler var. Bugün olmaz, haftaya tamam mı?" cevabını verdim. "Tamam" dedi, fakat yüzündeki gülümseme eksilmedi: "Baba, büyüyünce ben de senin gibi olmak istiyorum."

 

         Oğlum üniversiteden mezun oldu. Bu durumda birçok baba gibi, benim de söylemem gerekenler vardı. "Seninle gurur duyuyorum oğlum. Gel şöyle biraz oturalım, sana diyeceklerim var." Başını salladı ve gülümseyerek, "Arkadaşlara sözüm var baba. Sen arabanın anahtarlarını verebilir misin bana? Sonra görüşürüz oldu mu?" karşılığını verdi. Seneler aktı. Emekli oldum. Artık vaktim vardı. Oğlum ise başka bir şehirde iyi bir iş bulmuştu,  orada yaşıyordu. Bir gün ona telefon ettim. "Eğer sence de uygunsa, hafta sonu buraya gel de hasret giderelim." dedim. "Sevinirim baba. Bir bakayım, müsait bir vakit bulabilirsem gelirim. Ama şu sıralar işlerim çok yoğun. Fakat seninle görüşmeyi ben de çok istiyorum." dedi. Peki, ne zaman gelirsin oğlum? diye sordum. " Ne zaman olur bilmiyorum baba.

Şimdi bir iş görüşmem var ona yetişmem gerek. Sonra ararım seni. Geldiğimde güzel vakit geçireceğimizden emin olabilirsin." dedi. Telefonu kapattığında oğlumun çocukluk hayalini gerçekleştirdiğini anladım... Örnek aldığı babasına benzediğini? Büyüyünce tıpkı babası gibi olduğunu..."
Kaynak: İnternet. Ben çok beğendim, faydalı olması umuduyla.

26 Şubat 2013 Salı

ANTİKA ESER


"Antika bir eserin demirciler çarşısındaki kıymeti ancak malzemesi kadardır; antikacılar çarşısında ise, antika olması itibariyle malzemesinin kat kat üstüne çıkar. Bunun gibi, bir sanat eserinin, kıymetli ve meşhur bir sanatkara ait bir tablonun maddi kıymeti ancak malzemesi ölçüsündedir. Asıl kıymeti ise, sanatkarı ve kendinde görünen sanat nispetindedir ki, bu, onun maddi kıymetini kat kat aşar.

İşte insan İlahi sanat eserlerinin en seçkinidir. İnsan kainatta var olan bütün güzellikleri ve daha ötesini kendinde barındırır ( en güzel kokulu çiçekler, güzelliklerinin ve kokularının farkında bile değildir). Ama insanı böyle görmek, ondaki bu kıymeti takdir etmek ancak insanı Allah'ın en müstesna sanat eseri olarak görmekle mümkündür.

Bu görme insanın kıymetini kainatın kıymetinin de ötesine taşır. Nasıl yüksek sanat eseri bir tablonun gerçek kıymeti malzemesinde değil, ressamı ve ondaki sanattan dolayıdır, insan da sınırsız güzellik sahibi , eşsiz ve emsalsiz Sanatkar'ın en seçkin sanat eseri olarak, Sanatkar'ına bağlamakla bir değer sahibidir.

 İnsanın bu değerini, ondaki bütün güzellikleri ortaya çıkaran inancıdır.

İnkar etme, insan ile Yaratıcısı arasındaki bağı kopardığı ve kararttığı için insanın kıymetini birden düşürür ve onu ölümüyle kokuşup, toprakta bakterilere yem olarak yok olup gidecek ve bir daha da dirilmeyecek bir biyolojik yığın derecesine indirir." Ali Ünal, Pırlanta Ölçüler.

24 Şubat 2013 Pazar

TENKİTÇİLİK

                                                    
                                                           İyi Günler,
 
             Günümüzün önemli problemlerinden biri tenkitçiliktir. Bir düşünür  : "Tenkitçi adamın hali ve tavrı şudur: Kendisiyle karşısındakini bir terazinin iki gözüne kor. Terazide ağır basacak meziyet ve fazileti olmadığı için tenkitle karşı tarafı hafif göstermeye çalışır".

 

           Özgür düşünme ve "eleştirel düşünme" iddiası ile kendi fikirleriyle uyuşmayan, örtüşmeyen görüş ve düşünceleri sorgulamadan , değerlendirmeden hemen eleştirip, tenkit ediliyor. Oysa herhangi bir işin, olayın insanlar sayısınca farklı yönleri, biçimleri vardır. Her insan ayrı bir dünyadır ve onun dünyasının binlerce penceresi vardır. Doğumundan itibaren annesinin- babasının, ailesinin, aldığı eğitim-öğretimin tesirinde bir bakış açısı, algı geliştirmiştir. Bir yerde meydana gelen bir olayda, hadisede onlarca insan onlarca farklı hikaye dillendirir size.  Çünkü herkes kendi penceresinden izlediği hikayeyi anlatır . Hiç biri birebir örtüşmez diğeriyle, iki kardeşin bile yorumları anlamlandırmaları o kadar ayrılık gösterir ki, hepsi doğrudur ama rengarenktir. Söz gelimi bir mimarı esere sanatkar, doktor, ressam, tarihçi, edebiyatçı, hepsi ayrı ayrı cephelerden görür. Bakmak ve görmek çok farklı şeylerdir. Bakış açısı her bir bireyde ayrı bir desen, ayrı bir şekil, ayrı bir mana oluşturmuştur.Tek bir gerçek insanlar adedince farklılığa bürünür. O  nedenle eleştirmek ve tenkit etmek bir dünyayı yok etmek, bir hikayeyi çizmektir.

 

            Rekabet, kıskançlık ve enaniyetin ağır basması 'var olmak için yok et' düşüncesi ile negatif eleştiriler yapılarak karşı tarafı maddi- manevi incitip zarar veriliyor.

 

           Karamsar kişiliklerde eksik tarafı hemen fark etme, onca güzellik içinde sadece olumsuz yanı görme daha yoğundur. Aşırı mükemmelliyetçi kişiliklerde de diğerlerinin sürekli sorgulama, hataları bulup çıkarma alışkanlık halini alabilir.

 

            Tenkit edenin zihninde şöyle bir kanı da olabilir. Her şeyi kendisinin daha iyi bildiği,

daha iyi yapabileceği düşüncesi....   "Ona- buna eksiklik bozukluk atfedenler, kendilerini ifade

etmek için herkesi hor görürler. " "Peygamberimiz de : " İnsanlar helak oldu diyen asıl kendisi

helak olmuştur. Kişinin vicdanı ve kalbi duru olsa her şeyi duru görür."

 

            "Her şeyi tenkit, her şeye itiraz bir yıkma hamlesidir. İnsan bir şeyi beğenmiyorsa

daha iyisini yapmaya çalışmalıdır. Yıkmaktan harabeler, yapmaktan mamureler doğar."

           İnsani olan olumsuz tenkit değil teşvik olmalıdır.  Hoşça kalın.

20 Şubat 2013 Çarşamba

BENLİKTEN VE NARSİSİZMDEN NASIL UZAK DURURUZ?


              İçinde bulunduğumuz bu neslin olumsuz etkilerini en aza indirmek için ve narsist bireyler olmamak için nelere dikkat etmeliyiz:

Şiddet ve lüks yaşamın empoze edildiği televizyon programlarını sınırlı seyredin. Sürekli bu programları izleyen bir genç, ortalama bir hayat standardına ulaşsa bile bu durumdan tatmin olmaz ve mutsuz olur.

Sosyal ilişkilere önem verin. Yeni komşularınızı eve davet edin, arkadaşlarınızı yemeğe çağırın.. Güçlü sosyal ilişkiler , kendinizi daha güvende hissetmenizi sağlar.

Depresyona karşı doğal yollarla baş edin. Mesela uykuyu iyi almak, günde en az bir saat gün ışığı almak ve düzenli beslenmek sizi depresyona karşı önemli ölçüde koruyacak önlemlerden.

Gerçekçi beklentiler geliştirin. Ne olursa olsun "hayallerinizin peşinde koşmaya" inanmak yerine, gerçekçi hayaller geliştirin.

Komşularınıza ve çevrenize katkıda bulunun. "Ben" neslinin aradığı mutluluk, başkalarına yardım etmekten geçer.

Ben Nesli'nde yetişmiş olabilirsiniz ama daha fazla biz demek mümkün.

Çocuğun her istediğini yapmaktan kaçınmalı. Bu durum narsist ve egoist bir nesil yetiştirmeyi engelleyebilir.

Hemen çocuğunuzun tarafında olmayın. Öğretmeni veya komşunuz çocuğunuzla ilgili bir şikayette bulunursa çocuğunuzun da hatalı olma ihtimalini düşünün.

 

Hafta içi bir konferans vesilesiyle İstanbul'a gelen San Diego Üniversitesi öğretim üyesi
Doç. Dr. Jean Twenge'in araştırmaları yeni nesil konusunda farklı bakış açıları sunuyor. "Ben nesli", "Narsisizm İlleti" kitapları Türkçeye de çevrilmiş. Benim dikkatimi çekti, düşüncelerini beğendim. Paylaşmak istedim.      İyi akşamlar.

 

18 Şubat 2013 Pazartesi

OLMAZSA OLMAZ

                                                    
                                                                 Merhabalar,


             Beşiğimiz olan dünyayı hissettirmeden, sarsmadan ahenkle yörüngesinde döndüren bir denge olduğu gibi insanın maddi- manevi huzuru yakalaması tamamen dengeli bir hayata sahip olmasına bağlıdır. Yaşamımızın hiç bir alanının dengesizliğe, ölçüsüzlüğe tahammülü yoktur. Var olan her hangi bir problemi düşünebilme imkanı olup dikkatlice sorguladığımızda bir yerlerde dozu iyi ayarlayamadığımızı yani ifrat ve tefritte bulunduğumuzu ve onun sıkıntısını yaşadığımızı fark ediyoruz.

            Mesela çocuk eğitimi; günümüz ebeveynleri kendi çocukluklarında gerekli ilgi ve sevgiyi alamadan büyümenin verdiği eziklik, ukde ve  özlemle,  çocuklarımızın abartılı ilgi, alaka, tutarsız disiplinsiz sevgi, sınırsız özgürlük, özgüven pompalaması ile narsist, şımarık, agresif, problemli çocuklar olmalarına sebep  olduk. Sözüm ona niyetimiz temizdi; bizim yoksunluğunu derinden duyduğumuz eksiklikleri  onlar yaşamasın istedik ama dengeyi tutturamadık, aşırılıklarımızın bedelini ailevi ve toplumsal problemler olarak bulduk.

            Mesela önceki gelinlerin dili var mıydı yok muydu tam anlaşılamadı herhalde ( ki bu da çok yanlış) düşüncelerini ifade etme lüksüne pek sahip olamadı o zamanın hanımları , şimdiki evliliklerde ise diller uzun, sözler ağır, taraflar sabretmesi gereken yerde sabretmesini, durması gereken yerde de durmasını bilmiyor, ufak tefek anlaşmazlıklar çok büyütülüyor ve boşanmalar çığ gibi büyüyor. Yuvayı dişi kuşun yapması da hayal oluyor.  Oysa az sabırlı olanın kendisi çok kazançlı çıkıyor. Karşılıklı sevgi-saygı, anlayış, özveri, yardımlaşma olmadan olmuyor. Ben ben...deyince terazinin ibresi şaşırıyor, biri batıyor, diğeri uçuyor. Dengeyi evliliklerimizde de tutturamamanın sıkıntısını kendi mutsuzluğumuza ilave, problemli çocuklara sahip olarak  zarar ettik.

            Beslenmede de ölçüyü kaçırıp ya obez olduk ya da 0 beden sevdasına kapılıp hayatlarımızı söndürdük. Bir çok hastalığın oluşmasında kendi suistimallerimiz var. Bütün bir ömre yetecek ölçüde  verilen sabır nimetinin dengesiz harcayarak çoğunu küçük problemlerde tüketip bitirdik. İleriye dönük jokerlerimiz kalmadığı için sıkıntı çekme eşiğimiz düştü de düştü hiç bir şeye tahammül edemez olduk.

            Ego hiç bir zaman bu dönemdeki itibarına ulaşmamıştı, çok önem verdik benliğimize, hiç üzülmeyelim dedik, hiç eksiğimiz olmasın istedik, her şeyimiz oldu lakin mutlu olamadık  çünkü manevi olarak hiç beslenemedik, hiç düşünmedik. Ruhumuzu ihmal ederek dengeyi bozduk, fıtrata muhalif  olduk. Ama geç değil, tekrar dengeyi kurabiliriz. Nasıl mı ?  Düşünerek....
              
            Sağlıcakla kalın.
 

 

16 Şubat 2013 Cumartesi

Ekonomi ve Mutluluk


                                                                   İyi Günler,

            Günümüzün modern dünyasının bize empoze ettiği, en önemli bir haslet gibi sunduğu özgüven kazanma, kendini şımartma, "sen buna değersin" telkinini aşılama sonucu kabaran benliklerimizle doyumsuz, tatminsiz, beklentisi yüksek bireyler oluverdik. İçinde bulunduğumuz ekonomik düzen de , bireyin mutluluğunu büyük oranda tüketimiyle doğru orantılı olduğu savını  inandırmaya çalışıyor. Ne kadar tüketim o kadar   mutluluk!

            Tabii ki ekonomik refah bireyin mutluluğunda yadsınamayacak öneme haizdir ama hayatta ki her şey midir? Yapılan bir araştırmada Avrupa, Amerika ve Japonya'daki ekonomik büyüme ile mutluluk arasında net bir ilişki gözlenmemiştir. Alman araştırmacı Falk ise 2004 yılındaki araştırmasında bireyleri gelir düzeylerinin yüksekliğinden ziyade, başkalarından daha yüksek gelir seviyesine sahip olma duygusunun mutlu ettiği sonucuna varmıştır. Yani bencillik ön planda. Ben başkalarından bir adım önde olayım, o da yeter.! Bhutan Kralı Wangchuck, 1972 yılında kişi başına düşen gelirin dışında kişi başına düşen mutluluk kavramını ortaya atıyor ve kendi ülkesi için gayri safi milli mutluluk ölçümü yapıyor. Başka bir gazeteci Japonya'daki izlenimlerini aktarırken, insanların inançları olmadığı için zengin olmalarına rağmen, büyük bir boşlukta oldukların yazıyordu.

            Mutluluk, gönül huzuru, sükunet sadece gelir yüksekliği ile elde edilecek kadar ucuz değil, bunun çok farklı bileşenlerle  var olduğunu düşünüyorum. Olaylara bakış açısı, sağlam ve sarsılmaz inanç, güçlü aile bağları, eğitim, anlaşılmak, hissedilmek, kanaat edebilmek....

           Günümüz insanı mutluluğun anahtarını yanlış kapılarda denediği için o kapılar çoğu zaman açılmıyor. Lüks yaşam, refah seviyesini yükseltme yarışı insanlığı madden ve manen yorgun düşürüyor. İnsanın arzularını ve hayalleri bu dünyaya sığmıyor. O zaman anlamlı ve kalıcı ufuklar
çizmeli...Ruhen de tatmin olacak hedefler belirlemeli...diye düşünüyorum.  Doğru mu ??

14 Şubat 2013 Perşembe

DUA ÖYKÜSÜ

                                                   
                                                                Merhabalar,
 
 
         İmanı güçlü biri her gün dua ediyordu. Bir gün İblis ona:

        "Bütün bu yalvarmalarına rağmen Allah'tan hiç bir cevap gelmiyor. Neden boşu boşuna dua ediyorsun?" dedi.

          Adamın morali bozuldu. Uykuya yattı. Rüyasında Hızır'ı gördü.

         "Neden dua etmekten vazgeçtin?" diye sordu Hızır.

Adam dualarının cevapsız kaldığını söyledi. Bunun üzerine Hızır ona:

            "Senin ya Rabbi demen, bizim sana olan cevabımızdır. Senin çare arayışın, bizim seni kendimize çekmemizdir. Senin sevgin, bizim lütfumuzun kemendidir. Biz izin vermedikçe hiç kimse dua edemez" dedi....Prof. Dr. Nevzat Tarhan / Mesnevi Terapi.

 

            Eğer vermek istemeseydi, istemeyi vermezdi.  Bir isteğe cevap vermek farklıdır, kabul etmek farklıdır. Her duaya cevap verilir ama aynen kabul edilmeyebilir. Hasta bir insanın hekime müracaat ettiğinde, sadece sıkıntı ve şikayetlerini anlatmakla yetinir. İlaç ve tedavi yöntemlerini doktora bırakır. Bana şu şu ilaçları verin demez, hatta böyle davranması  haddini aşmak olur. Doktor hastanın bünyesine, hastalık derecesine göre hangi ilacı vereceğine karar verir ve dozlarını da kendisi ayarlar. Bazen hiç ilaç da vermeyebilir. Bu tamamen hekimin kararına bağlıdır. Çünkü en iyisini o bilir. Bana niçin ilaç vermedin denilmez. Sebeplere müracat edip neticeyi aktif sabırla bekleyebilmek gerekir.

 

            Mesnevi'den söz:  Allah bize yardım etmek dilerse, bize yalvarmak ve münacatta bulunmak
meylini verir.

 

            Gerçek sevgiliyi bulma duasıyla... Sevgililer gününüz kutlu olsun.

 

 

 

11 Şubat 2013 Pazartesi

DÜŞÜNCE KAYMALARI

                                                               
                                                           Merhabalar,

            Aslında çok aciz, gözle görülemeyecek kadar küçük bir mikroba mağlup olacak kadar zayıf ve çaresiz, ama her şeye başkaldırabilecek ölçüde mağrur bir varlık insan...

            Etrafında cereyan eden binlerce harikalıkları çoğu zaman alışkanlık perdesiyle göremeyen, ilgi ve alakasız kalan, bakar kör gibi yaşayan ve bir çok güzelliği fark edemeyen... Ta ki bir şeyler yolunda gitmeyince kaçırdıklarının sıradan olmadığını, aksine çok özel, çok mucizevi güzellikler olduğunu anlıyor. Bunun o kadar çok örneği var ki yaşamımızda.    Yağmur, kar yıllarca süren kuraklığın arkasında ne kadar kıymetli olduğu anlaşılabiliyor. Yoksa "beyaz felaket"  yaftasına maruz kalabiliyor. Okula giden çocukların güvenle eve dönmesi. Aile bireylerinin akşam yemeğinde her gün buluşması...
         Sağlıklı geçen günlerde, monoton bir hayattan dem vuruluyor, ufacık tefecik meseleler kaprislerle abartılıyor. Oysa vücudun ahenkli çalışması, kompleks, devasa fabrikaların arıza vermeden hayatiyetini devam ettirmesi gibi ne büyük bir mucize... Ama insan bu mucizelerle sürekli "iç içe, yan yana bulundukları için hep bir aldırmazlık içinde gelip giderler" itabına denk yaşıyor.

            Her gün önünden bakmadan, görmeden  geçtiğimiz....semtimize, bahçemize, evimize, eşimize, bize ait olduğunu düşündüğümüz her şeyimize, çocuklarımıza özel nazarla; yüzeysel olmayan, içten, düşünerek, idrak ederek....bir bakın....

            Her şeyin geçici olduğunu bilerek bir de öyle bakın .....

8 Şubat 2013 Cuma

SEVDİĞİMİZE AYNA YAKIŞIR


                                                                  Merhabalar,


           Hz. Yusuf Mısır'a hükümran olunca bir dostu kendisine bir hediye götürmek istemiş. Aramış, taramış ama aynadan başka bir münasip hediye bulamamış. Huzura varıp demiş ki:

 

         "Efendim, sizden güzel bir şey bulamadım ve size bu aynayı getirdim. Ta ki bakınca yine güzelliğinizi seyredesiniz".

 

            Hz. Yusuf bundan pek hoşlanmış.

 

            " 14 Şubat Sevgililer günü" için iyi bir fikir olabilir.   İyi akşamlar.

4 Şubat 2013 Pazartesi

GÜLME REÇETESİ


 

                                                       Merhabalar,

 

Mizahın iyileştirme etkisi asırlardır söylenir. Dr. James Walsh "Kahkaha ve sağlık" isimli kitabında gülüşün yaşam salgılarını canlandırdığı ve hastalıklara karşı vücut
                        direncini artırdığını söylemektedir.

On dakikalık içten bir gülüşün ağrı kesici etkisi yaptığı, iki saat ağrısız ve acısız uyku sağladığı ileri sürülmektedir.

Gülebilmek, özellikle hep mütebessim olabilmek pozitif bir duygudur. Pozitif duyguların iyileştirici etkisi bulunduğu ve insanda ümit duygusunu güçlendirdiği bilinmektedir.

Depresyondaki hasta çoğu  zaman gülmeyi unuttuğunu söyler. Böyle insanı içten güldüremezsiniz. Bu o kişinin elinde değildir. Depresyondaki insanın yakınları "takma kafana, iradeni kullan" gibi tavsiyeler yerine güler yüzlü, tatlı dilli ve sevgi dolu bakışlarla yaklaşırlarsa, o insanın iç dünyası ısınıp aydınlanmış olacaktır.  Prof. Dr. Nevzat Tarhan / Mutluluk psikolojisi.

 

 

Gülmeyi başarabilen insan bir çok şeyi başarabilir. Bizi üzen olaylar değil, olayları okuyuş tarzımız, yüklediğimiz anlam, yorumlama yetimiz çoğu zaman.

 

 Tatildeyim. Günlerdir bloguma vakit ayıramıyorum. Herkese huzurlu, mutlu tatiller diliyorum.