31 Aralık 2012 Pazartesi

KARİZMA VE TAKDİR ETMEK


                                      


 

      "Karizmatik kişilikler başkalarını önemsemek, övmek ve takdir etmek  hususunda cimrilik etmezler. İyi yapılmış bir işi takdirle karşılayıp, teşekkür ederler.

 

      Önemsenmeye duyulan açlık , gıdaya duyulan açlıktan daha yoğundur. Her insanın en temel ihtiyaçlarından birisi, kendisinin yaptığı işlerin ve yerine getirdiği görevlerin dikkate değer görülmesidir.

 

      Takdir dolu sözler , maaş artışından daha etkilidir! Önemsemek, aynı zamanda motive etmek anlamına gelir. Önemsemek, dikkate değer bulmak yüreklilik ister.

     

      Sadece özgüven sahibi kişiler takdir dolu ifadelerle konuşabilirler.Takdir etme becerisi, doğrudan kişinin kendisine olan güveni ile bağlantılıdır.

 

      Doğal otoritesi olan bir insan, bulunduğu toplumsal konumdan ötürü değil, kendi kişilik yapısındaki doğal özellikler nedeniyle etkileyicidir. Başarı, insan ilişkilerini doğru bir biçimde yürütme sanatıdır."Karizma, Nikolaus B.Enkelman.

 

      2012 yılında, ülkemize ve dünyaya emeği geçen, katkı sağlayan eğitimci, doktor, hemşire düşünür, bürokrat, sanatçı, yazar, çiftçi, aşçı, temizlikçi, yönetici, tasarımcı, kısaca iyi niyetiyle hareket eden, emek veren herkese teşekkür ediyoruz.

     

      Mutlu yıllar herkese!

 

30 Aralık 2012 Pazar

SBS/YGS SINAVLARI YAKLAŞIYOR

 

 

 
            Evet her gelecek yakındır. Madem kıyamet kopmadı, 2013 de geldi kapımıza dayandı, sınav sabahı da yakında ufukta belirecek. Çalışmaya  zaten çoktan başlamışsınızdır ama bir  hedef pekiştirmesi, motivasyon tazelemesi olsun.

            Ders çalışmaya başlarken yapmamız gereken en önemli şey neden çalışmamız gerektiğini çok iyi bilmek. Evet neden çalışmalıyım? Bu çok önemli, amacım ne ? "Annem sürekli çalış" diyor, babam dersaneye para ödüyor, onları mutlu etmem lazım mı diyoruz, yoksa  bilgi çağında yaşıyoruz, benim de çağa uygun yaşamak için çabalamam gerekiyor mu diyoruz?

             Dünkü gazetede okuduğum bir habere göre 5 yıl sonrasına dair 5 öngörünün yayınlandığı İBM raporunda; telefon, tablet  veya bilgisayarların da insanlar gibi 5 duyuya sahip olacağı öngörülüyor. Dokunma, görme (fotoğrafın içeriğini anlayacak ve detaylı bilgiler verecek)  duyma, tatma, koklama (doktorunuz cep telefonuna üflediğiniz nefesinizden analiz edip, sizi değerlendirebilecek) özelliklerine sahip orijinal yenilikler bizleri bekliyor...Daha bunun gibi neler neler...Peki bunları hep Steve Jobs, Louıs Pasteur, Einstein gibi yabancı mucitler mi keşfetmeli?.. Hayıırrr! bu evrene senin de katkın olmalı, evet özellikle sen de çok iyi buluşlar yapabilecek donanıma gelebilirsin. İşte bunun için senin de bu sınavlara dikkatlice hazırlanman şart. Başka seçenek yok. Çünkü eğitim şart. Ne olursan ol. Bu sadece okul başarısına hazırlayan sınav değil aynı zamanda hayatına yön verecek, geleceğini şekillendirmene kapı aralayacak  çok önemli bir geçit.

            Somut hedefimizi netleştirdikten sonra uygulayabileceğimiz makul bir planımızın olması gerekiyor. Dikkat ederseniz sınavlarda derece yapan öğrencilere başarılarının sırrı sorulduğunda "çılgınlar gibi çalıştım, yemedim içmedim ders çalıştım" demiyor hiçbiri. Ama istikrarlı, yani her gün düzenli, dinlenmiş ve motive edilmiş bir zihinle, tekrarlar yaparak, bol bol sorular çözerek, çözdüklerimi  muhakkak kontrol edip doğrusunu öğrenerek, zamanımı etkili kullanarak; yani hayallere dalmadan, müzik dinlemeden,  uzanarak değil, ciddi bir şekilde oturarak masa başında çalışmalıyım. Önemli gördüğümüz yerlerin mutlaka altı çizilmeli, yıldız atılmalı, not tutulmalı. Öğrenmek için ne kadar çok duyumuz katılırsa daha kalıcı öğrenme sağlarız.

            Derslerle aramızda duygusal bağ oluşturmak ...bu çok önemli.. Yani öğrenmeyi sevmek.. kitapları sevmek... Bilgiyi sevip bilgisizliğe düşman olmak. Hayatta üzüldüğümüz bir çok şeyin temelinde anlamsızlık vardır... yabancılık vardır. Yabancılardan çekiniriz, kitaplara yabancı kalmayın, size pozitif  ayrıcalıklar katacak bilgilerle donanın!

             Ah bir bilsek oysa hayat ne güzel! Öğrenilecek ne güzellikler var da ben farkında değilim, öyleyse farkındalığımın artması için ben de 2013'e yepyeni umutlarla ve kararlarla girmeliyim!

29 Aralık 2012 Cumartesi

DEĞERLERİMİZ


Günümüzde yaşanan bireysel ve toplumsal problemlerin temelinde ahlaki çözülmeler ve kültürel yozlaşmalar büyük rol oynamaktadır. Evrensel değerlerin yanında  her toplumun kendi ahlaki ve kültürel değerlerinde öne çıkan farklılıklar vardır. Son dönemlerde bize ait olan değerlerimiz yozlaşmaya maruz kalmış, büyük bir erozyona uğramıştır.

             İnsanlar arasındaki ilişkilerimizde davranışlarımızı belirleyen, bizi biz yapan,   gölgesinde hayatımızı disipline ettiğimiz, huzurumuzu  sağlayan en temel dinamiklerdir, değerlerimiz.  

             Gençlerimizle ilgili okuduğumuz olumsuz haberlerin kaynağına baktığımızda, ahlaki alt yapımızı kurtların kemirdiğini ve binamızın acil bakım onarım işlerini yapıp  önlem almazsak üzerimize  yıkılabileceğini belirtiyor.

            Problemlerin çözümünde Prof. Dr. Nevzat Tarhan  "Değerler, mutluluğumuzu sağlayan ve kültürel altyapımızı oluşturan en önemli faktörlerdir. Hayat başarısında yılların birikiminin önemini görürüz. Hatta anaokulunda duvarlara asılı bilgilerin ileri yaşlarda da aynen geçerli olduğunu gözlemleriz." Yine Hocamıza göre insanı insan yapan sosyal değerlerin özeti:

 

ÇOCUĞUMUZUN ODASINA ASABİLECEĞİMİZ ANAOKULUNUN 10 KURALI

 

  1. Eşyalarını arkadaşlarınla paylaş.
  2. Başkalarına zarar vermeden oyna.
  3. İnsanlara vurma.
  4. Aldığın şeyi yerine koy.
  5. Sana ait olmayan şeyi alma.
  6. Kendi dağınıklığını topla
  7. Birisini incitirsen özür dile.
  8. Dışarıda arkadaşınla el ele tutuş.
  9. Meraklı ol, her şeyi incele.
  10. Akvaryumdaki balığın bile öleceğini unutma.

 

KENDİ ODAMIZA ASABİLECEĞİMİZ HAYAT OKULU VERSİYONU

 

  1. İhtiyacından fazla olanı paylaş.
  2. Hakka ve adil olmaya dikkat et.
  3. Kimseye zarar verme.
  4. Emanete ihanet etme.
  5. Dürüst ve doğru ol.
  6. Düzenli ol.
  7. Gerektiğinde özür dilemeyi bil.
  8. Yardımlaşmanın kural, kavganın istisna olduğunu unutma,
  9. Merak bilimin hocasıdır.
  10. Yaşamın sadece dünya yaşamından ibaret olmadığını unutma.

 

Çocuklarımızın üzerinde etkili olabilmek için sözden çok uygulamaya dikkat edilmelidir. Yalan söyleyebilen biri nasıl dürüstlükten bahsedebilir...

26 Aralık 2012 Çarşamba

TÜKETİM TOPLUMU MU, PAYLAŞIM TOPLUMU MU?



 

 

            Yeni bir yıla yaklaşırken, onun verdiği coşkuyla yine çılgınca alış-verişler yapıyoruz. Aldıklarımızı ihtiyacımız olduğu için mi alıyoruz,  yoksa o büyülü tüketim dünyasına kapılıp, çoğu zaman farkında olmadan, etiket yarısı! indirim! şok kampanya! aldatmacalarının sessiz ama cazibeli vitrinlerinde, kendimizi de kontrolümüzü  de kaybettiğimiz için mi alıyoruz?

            Planlama haricinde gerekli-gereksiz çantalarımızı dolduruyoruz. Aldıklarımıza sevinemiyor, hala alamadıklarımıza hayıflanıyoruz.  Henüz tamamladığımız alış-veriş keyfimizi, bu defa da  "vicdan sızısı" rahat bırakmıyor. Doğru yapmadığımızı, evde bunlar gibi sırası gelmediği için kullanamadığımız onlarcasının var olduğunu, anlık ileti ile bize  dönüş yapıyor.

            Günümüzde kendimizi mutsuz hissettiğimizde, kendimizden uzaklaşmak istediğimizde  en önemli kaçış alanlarımız, sığınaklarımız alış-veriş mekanları...Ama kısa süreli...Çünkü tüm bu tüketimler, atıştırmalıklar gibi suni bir rahatlama sağlasa da, ruhun açlığını doyuramıyor, ihtiyacını gideremiyor, yalnızlığını tedavi edemiyor.

            Aslında maddeten tok olan kendimizi ve benliğimizi, tıka basa doyurmaktan vazgeçsek de, Türkiye'de ve dünyada gerçekten aç ve açıkta olan binlerce, belki milyonlarca  insanlarla sahip olduklarımızı paylaşabilsek ve bunu alışkanlık haline getirebilsek iradi olarak, zorlanarak. Onların gözlerinde oluşacak  ışıltı, bizim de içimizi ısıtacak.

             Dolar milyoneri Kravinsky "Evsizler varken kimsenin iki eve sahip olmasına gerek yok "diyor ve kendisi varlığının önemli bir kısmını yoksullara ve tıbbi araştırmalara  verdikten sonra böbreklerinin birini de siyahi bir hastaya bağışlıyor".

            Soljenitsin:"Hep daha fazlasına ulaşmak için çabalamak yerine, sahip olma yarışından çekilerek, paylaşarak, vererek" insanlığa ulaşabileceğimizi söylüyor.

            Tekrar buluşmak ümidiyle...

 

ONLARA AHLAKİ DEĞERLERİMİZİ NASIL KAZANDIRABİLİRİZ?







Günümüz anne babaları olarak çocuklarımızın mutlu olabilmeleri için maddi olarak elimizden gelen her şeyi yapıyoruz ama buna rağmen istediğimiz sonuca ulaşamıyoruz. Maddi yönünü sürekli desteklediğimiz çocuklarımızın manevi ve ahlaki yönünü ihmal mi ediyoruz ki, istediğimiz nitelikte nesillere kavuşamıyoruz.

Çocuklarımızın daha insani, daha kaliteli, daha huzurlu, dengeli bireyler olarak yetiştirebilmek için ergenlik döneminden önce, onlara ahlaki değerlerimizi yaşayarak, model olarak öğretebilirsek daha sağlıklı nesiller olmalarına vesile olabiliriz.


Prof. Dr. Nevzat Tarhan'ın "Makul Çözümler" kitabında çocuklara iyilik yapma alışkanlığının kazandırılması ile ilgili güzel bilgiler var: "Mutlu olabilmek için gizli yaşam kuralları vardır. Bu kanunun birisi de verme yasasıdır.Verebilen insan mutlu olur. İnsan ne yaparsa kendisine döner. İyilik yapan iyilik bulur. Psikolojide böyle bir geri dönüş ilkesi vardır. Sadece maddi yardımda bulunmak değildir. Tebessüm etmek, bir çiçek vermek, hoş bir söz söylemek, bunların hepsi birer iyiliktir. İyiliği seven kişinin önüne farkında olmadan iyi fırsatlar çıkar. İyilik karşılık görmek için yapılmamalıdır. Zaten iyilik yapmanın kendisi iyilik yapanın kazanımıdır.Yapılan bir araştırmada iyilik yapmanın beyinde mutluluk hormonunun salgılanmasına neden olduğu tespit edilmiştir. İyilik yapmada prensip yapıp unutmaktır. İyilik yapmak insanın kendi kendine verdiği bir hediyedir. Karşılığı ise anında lezzet olarak alınır. Çocuğa iyilik yapma duygusu verilirken karşılık beklemeden yapılan gizli iyiliğin ideal olduğunu öğretmek gerekir.


Çocuk yetiştirirken iyiliğin de kötülüğün de kültürel olarak kazanıldığını unutmamak gerekir.Beyin kendisine ne öğretilirse onunla mutlu olmayı öğrenir.O halde beynimizi küçük şeylerden mutlu olmayı, insanlara yardım etmekten zevk almayı koşullarsak bunu başarabiliriz".


Bilgiyi öğrenmek güzel ama asıl olan uygulayabilmektir.


Tekrar buluşmak ümidiyle...

DAMLA DAMLA'YA HOŞGELDİNİZ!

Blogumu kurup yazmaya başlayabildiğim için mutluyum!

"Bir damla olma, kendini derya haline getir" der, Mevlana. Derya olabilmek kolay değil ama, nasıl

"taşı delen suyun kuvveti değil, damlalarının sürekliliğidir" öyle de, damla damla katarak ruhumu, duygu, düşünce ve umudumu, sosyal medyanın bu devasa bilgi deryasında ben de hoş bir nağme olmak istedim.

KİMim?

Anneyim. Öğretmenim. Son olarak Yönetici sıfatıyla görev yaptığım kurumdan Eylül 2012'de ayrıldım. Hıza dönük hayat tarzımızı K.Sayar'ın "YAVAŞLA" kitabında değindiği gibi, hız "şimdi"yi yaşamamıza fırsat vermiyordu. Ben de YAVAŞLAMA zorunluluğu hissettim. Ancak yavaşlayarak içimize bakabilir ve ancak yavaşlayarak hayatla konuşabiliriz. Tabii yavaşlamak durmak demek değildir, çünkü durmak ölmek demektir.

NE?

Ne yazmayı düşünüyorum? İnsanı ilgilendiren, etkileyen her şeyi...Aileyi, gençliği, sevgiyi, şiddeti,
kişisel gelişimi, güncel olan bizi sarmalayan , zihnimizi meşgul eden , ben ne yapabilirim dedirten
her ne varsa...

NEDEN?

Çünkü, "Hayatı işe yarar bir şekilde kullanmak, onu kendisinden sonra daha uzun ömürlü bir şey için
harcamaktır" William James.

NASIL?

"Kardeşim sen düşünceden ibaretsin
Geriye kalan et ve kemiksin
Gül düşünür gülistan olursun
Dikenlik düşünür dikenlik olursun". Mevlana

NEREDE?

ANKARA'da ,Home Office'de yazmayı planlıyorum.

NE ZAMAN?

Vakit kaybetmeden hemen....

25 Aralık 2012 Salı

ONLAR BİZİM HER ŞEYİMİZ


 

            Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, Koruyucu Aile Sistemi Bilgilendirme Toplantısında, çocuk hasreti çeken ailelerle bir araya geldiğini dün haberlerde izledim, bugün de gazetelerde yer aldı. "Kimimiz annesi ve babası ile sınav oluyor, kimimiz de evlatlarımızla" derken çok önemli bir noktaya dikkat çekti.

             Aslında evladı olan her aile, yavrularını dünyaya getirdikleri andan itibaren ciddi bir imtihan süreci başlıyor, fakat bunun ne kadar farkında olabiliyor, orası tartışılır. Japonya'da yapılan bir araştırmada, bir annenin çocuğunun üzerindeki bıraktığı etkinin  100 öğretmenden  fazla olduğu tespit edilmiş, yani bir anne en az 100 öğretmen kıymetinde.

             Özellikle doğumundan ergenlik dönemine kadar geçen sürede, anneye ileride asla telafi edilemeyecek fırsatlar veriliyor. Bunlardan belki de en önemlisi,  onu doyasıya sevmek, birebir, baş başa ...araya  bakıcı, dadı, anneanne, babaanne koymadan. Çünkü çocuk annesinin gözlerinde yakaladığı sevgi ve şefkati HİÇ KİMSENİN gözlerinde okuyamıyor. Bu da onun bir ömür boyu aç kalmasına, bir türlü sevgiye doyamamasına, ileride problemler yumağı haline gelmesine sebep oluyor. Kendi ve çevresiyle barışık olmayan, hayatını anlamlandıracak, peşinden koşacağı bir idealden mahrum olan bir gençlik çığ gibi büyüyor.

            Prof. Dr. Kemal Sayar "Türkiye'nin gençleri bir ümitsizlik duygusundan muzdarip. Anne babalarının televizyon karşısında uyuklamaktan yeterince sevgi veremediği bir kuşak, bir kanser hücresi gibi  ülkeyi istila ediyor. Geçtiği yerlere sevgisizliğin tohumlarını, şefkat görmemişliğin zehirli havasını bırakarak. Zamanımızı, dikkatimizi, varlığımızı onlardan esirgediğimiz için, şimdi onlar büyük bir boşlukta asılı kalmış durumdalar".

            Bakanımızın toplantıda duygulandığı gibi, bizim hassas noktamız çocuklarımız, geleceğimiz.. Çocuklarımızı yetiştirirken üzerimize düşen sorumluluğu yerine getiriyor muyuz? İyi niyetli olup getiriyoruz demek isterim ama uzmanlar, toplumda artan şiddet..bir yerlerde hata yapıyor, eksik bırakıyoruz diyor.

            Konuyu tamamlarken şunu vurgulamak isterim:   Türkiye'de binlerce aile bir şekilde çocuk sahibi olmak için tedavi görüyor, çocuk esirgeme kurumuna müracaat ediyor, anne-baba olabilmek için adeta çırpınıyor, yılmadan mücadele ediyor. Peki sahip olabilenler, onlara sahip çıkabiliyor mu???

YARIN KIYAMET Mİ KOPACAK?


                                      
 
 

                                         


 


Kopmayacağını umuyorum.  İnsanın yemek, içmek gibi fizyolojik ihtiyaçlarıyla beraber, hayati önem taşıyan en önemli gereksinimi güven duygusudur. İnsanın bir şeye güvenmesi, varlığını huzurlu bir şekilde devam ettirebilmesi için elzemdir. Ne var ki son dönemde 21 Aralık kıyamet senaryoları küresel bir paradigma oldu.
Gerçekten ciddi anlamda bundan korkan ve Aralık ayının sağ selamet bitmesi için temennilerde bulunan hatta Şirince'ye akın edenler dahi var."Her yalanın altında bir gerçek payı vardır", veya "kulaktan kulağa" oyununda olduğu gibi, bu haberin kaynağından -maya takviminden- bize intikal edene kadar çok aşamalar, mesafeler, kişisel yorum ve düşünceler, kendi perspektlerifimiz, anlama, yorumlama yetimiz, bu bilgiyi inanılmaz boyutlara taşımıştır.Oysa duyduğumuz bilgiler hayalin elinde kalmalı, akıl süzgecinden geçirilmeli, mihenge vurulmalı, değerliyse kullanılmalı, yoksa atılmalı. Bir çok şeyde mecaz anlam ve gerçek anlam vardır. Düşünelim ki mecaz anlamda söylenmiş veya Maya geleneğindeki  farklı rivayetler onların da  kimi işaretleri, bilgileri yanlış yorumlamalarına, büsbütün değiştirmelerine sebep olmuş olabilir.

Neyse her şeyde bir güzellik vardır. İnsanlar belki de büyüttükleri ufak tefek şahsi sıkıntılarını bu küresel tehlikeli! ve riskli! dönemde, kendi problemlerinin aslında o kadar da vahim olmadığını, hayatın her şeye rağmen yaşamaya değer bir yer olduğunu düşünmeye vesile olduysa bu korkuda güzel!